Kayıtlar

KİMLİKSİZ MEKTUP

Resim
                 Sabah bindiği servisin camlarından dağları izleyerek ücra ilçenin ücra köşesindeki köye, görev yaptığı okula gidiyordu. Dağlar, yalnızlığın türküsünü kulağına fısıldarken o hayallerine bakar gibi dinliyordu.   Görevinde ikinci yılını doldurmuş, öğretmenliğinin tazeliğini yaşayamadan okulun tek öğretmeni olarak okula müdür yetkili olmuştu.   Okulda küçücük öğrenciler arasında koca bir yalnızlığı her gün parça parça yaşıyordu. Her sabahın ayrı yorgunluğuyla okuluna, yalnızlığına vardı. Sınıfa girdi, çantasını masaya bırakıp derse hazırlık yapıyordu ki on dakika geciken Güldeniz, elinde bir zarf ile kendisine yaklaşıp sessizce uzattı. Zarfın üzerinde çirkin bir el yazısıyla “MİLENA’ya“ yazıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışan Meryem, üzerindeki afallığı atmaya çalışırken Güldeniz yerine geçmişti bile.  Meryem , elindeki zarfı çantasının iç cebine yerleştirip dersine geçmiş, ama aklının bir köşesinde o mektup vardı. Cümleler kesik kesik çıkıyor ağzından, öğrencileri

Corona günlerinden bir çerçeve

       Bir sabah erkenden uyanıp işe gitmem gerek ve o, bu sabah değil. Elim, sabunla günde otuz üç kez yıkanmaktan çatlamış çorak bir araziyi anımsatıyor. Sakallarım muson ormanları gibi uzun ve darmadağın. Neyseki bu gece gün doğmadan uyudum da başım dünkü gibi çatlamıyor. Bu süreçte olanca kitap okudum, şiir kitaplarına ağır misyon yükledim. Bir de şu müzikler olmasa ruhum intihar edecekti belki. Kolonyanın üzerimde bıraktığı sarhoşlukla bağlama tellerinden çıkan notalar ruhuma beden olmuş sanki. Ben bu karamsarlığı bir yerlerden tanıyorum. Evet, bu karamsarlık en son dün güneş batarken üzerimdeydi. Her güneş batışında bu tablo çiziliyor. Tabloyu kim mi çiziyor? Güldürmeyin beni, tabi ki ben demeyeceğim. Ama çizeni tanıyorum. Maktulun kendisini öldürecek olanı bilmesi pek istenen bir durum değildir. Neyse, hazırlanıp yine yatağıma gireyim, belki yastığımın uykusu gelmiştir. Yorganım üşümüştür de ateşler içinde olan bedenim onu ısıtır. 12 gündür karantinadayım ve beni öldürecek olanı

HATIRLAMIYORUM KAÇ ZAMAN GEÇTİĞİNİ

Ağacın dalına ağzındaki dalıyla bir serçe kondu, yuva yapacağı yeri gözüne kestirmiş ancak ortamın tenha olmasını bekliyor , güven içinde bir yuva inşa etmek arzusundaydı. Anne olmaya epeyce hevesli görünüyordu. Pencerenin kıyısında öylece serçenin daldaki dansını izlerken dalmışım. Serçe beni fark etmemiş olacak ki evinin duvarlarını ustaca örüyordu. Her dalı tuğla edasıyla özenle yerleştiriyordu, sabırlı ve yorulmak bilmeksizin çalışıyordu. Babam, aklıma düştü birden. O da ustaydı, duvar ustası. O da öyle özenle, sabırla örmüştü evimizin duvarlarını. Ben altı yedi yaşlarındayım daha. Evin büyüğü olduğumdan çoğu defa inşaat alanına kendiyle götürürdü. Ben de o inşaat alanında yükselmeye çalışan kuru taşların ne olacağına karar vermiş olacağım ki taşlı ev adını koymuştum ya da ben öyle hatırlıyorum.   Belki de babam, benim dilimle konuşmuş, taşlı ev adını o keşfetmişti. Sonra, sonra dediğim en az iki yıl aradan sonra babam gurbetlere gidip biriktirdiği paralarla kendi yuvasını özenle